28 Şubat 2008 Perşembe

Eren Uyumayacaaakkk!


Bu sıralar evde en çok duyduğum cümle bu: "Eren uyumayacak!" Hem de öyle bir tonda söylüyor ki, uyutmaya çalışanın vay haline! Çırpınıyor, tepiniyor, bağırıyor uyumamak için. Aslında oğlumun hiç bir zaman uykuyla arası pek iyi olmadı. Ben de "Oh maşallah o uyurken ben de işlerimi hallederim" diyen annelerden olamadım doğal olarak. Bu konuda bir türlü dikiş tutturamadığımı itiraf etmeliyim. Başından beri çok gazlı bir bebek olduğu için Eren'e doğru düzgün uyku eğitimi vermeyi başaramadım. Çünkü bırakın kendi kendine uyutmayı öğretmeyi, kucağımda uyuduktan sonra yatağına bıraktığımda bile feryadı basıyordu küçük bey.

Altı ayı doldurduktan sonra yavaş yavaş yatağında uyumayı öğrenmesini sağlamaya çalıştım. Yanında oturdum, masal anlattım, şarkı söyledim, müzik dinlettim, hatta böyle saatler geçirdim:)) Ama yok, Eren bir aşamadan sonra ciyak ciyak ağlayarak yine kucağıma geliyordu. Ben de bir süre sonra pes ettim, bebeklerini yataklarında uyumasını öğreten annelere de gıpta ettim.

Sonraki dönemlerde artık herkes pozisyonunu biliyordu. Ben onu kucağımda uyutup yatağına yatırıyordum. O da "artık uyuyacağız" deyince güzel güzel masalını dinleyip uyuyordu.

Ancak bu işbirliği, bir süre önce Eren'in tek taraflı feshi ile sona erdi. Artık o hiiiç uyumak istemiyor. Pijamalarını giydirmek de zor, ama asıl uyku tulumunu giydirmek, işte o her baba yiğidin harcı değil. Hadi o badireyi de atlattık diyelim, bu kez de uykuya dalması bir problem. Ne anlatacak masal, ne söylenecek şarkı, ne de bunları yapacak güç bırakıyor insanda. Aynı şey öğle uykuları için de geçerli. Bu işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyorum. İmdaaaattt!

22 Şubat 2008 Cuma

Maziye bir bakıver!


İyi ki fotoğraf makineleri icat edilmiş. Eğer onlar olmasaydı, geçmişe bu kadar net nasıl tanıklık edilirdi ki? İnsan hafızası çok çabuk siliyor geçmişi, en çok hatırlamak istediklerini bile unutuveriyor. Mesela bu fotoğraf çekildiğinde Eren henüz iki aylıktı. Şimdi bakıyorum da bu kadar küçük olduğu halini unutmuşum. Aslında bu da komik bir durum. Sonuçta arada sadece 22 ay var ve ben seni şimdiden kocamaaann olmuşsun gibi görüyorum. "Annelerin gözünde çocukları hiç büyümez" lafını tersine mi çevirdim acaba?

21 Şubat 2008 Perşembe

Canım babacığım seni çok seviyorum!


Her anne bebeğinin ilk kez "anne" diyeceği anı heyecanla bekler. Hatta anne karnındayken bile bununla ilgili hayaller kurar. Ama kimi bebekler (ki duyduğuma göre çoğunlukla) önce "ba-ba" diye adım atarlar konuşma dünyasına. Babalar da önce kendilerine seslendiği için bebekleri keyiflenirler de keyiflenirler. Bizde de öyle oldu. Eren önce "baba" dedi. Hem de uzunca bir süre... Bu durumu kıskanmadım değil! Hatta anne demeyi öğrenene kadar sürdü kıskançlığım. Neyse ki sonra durumu toparladı! Şimdi "anne"yi daha çok söylüyor ama, "sen kimin oğlusun" diye sorulunca şaşmaz bir kararlılıkla "baba" diyor sadece! Yoksa yoksa babayı daha mı çok seviyor??!!

Eren'in ilk kardan adamı!


Eren doğduğu yıl çok karlıydı, ama geçen yıl malum hiç kar yağmadı. Dolayısıyla Eren'in gerçek anlamda kar görmesi bu yıla denk düştü. Biz de hemen sitemizin bahçesindeki kardan adamın yanına gidip poz verdik.

İki yaşında bir Eren neler sever ?


  • Elbette hala anne kucağı!
  • Penguen
  • Dağıtılmak üzere toplanmış CD'ler
  • Çikolata
  • Güvercin
  • Çimmmm!
  • Baba tarafından yapılan "tabii tabii tabii" olarak adlandıracağımız oyun
  • Teyzenin odasını dağıtmak
  • Aslında tüm evi dağıtmak
  • Pilav
  • Çalışan bir çamaşır makinesi seyretmek
  • Baby TV; Tully, Parmak Ailesi, Maymun Oliver, Wolly vs... vs... (Aslında bu maddeyi ilk sıraya mı koysaydım???)
  • Ağzında yiyecek varken mutlaka konuşmak
  • Çoğunlukla konuşmak ve konuşulmak
  • Söylenmesi zor şeyleri söylemek, 'mesela kısilafon (ne demekse!) mesela 'kuantum' (o teyzenin dersinden giriyor listeye)
  • Kısaca "vev" olarak adlandıracağımız anne pijamalarının önceleri omuz, zamanla diz bölgelerine verilen ad. Bu bölgeleri kaşımak ya da ağzı dayamak suretiyle "vev" gerçekleşir. Özellikle sabahları hayati bir işlemdir. Kendisini tatmin edecek şekilde "vev" yapmasına izin verilmemesi halinde olacaklardan Eren sorumlu değildir.

Eren'in en sevdiği cümleler:

  • Onu bana velebilir misin?
  • Onu onu onu veeerr!!!
  • Anne kucaaaakkk
  • Şimdi sana ne versem ne versem (özellikle mutfakta anneye hitaben)
  • Basabilirsin bir şey olmazzz (Birisi bilgisayarda yazı yazarken, O klavyeye dokunurken)
  • Bebek TV açalım mı?
  • Babacığım tamilat yapalım mı?
  • Güvercin göster

Sen "iki" olurken...


Evet...
Hakikaten zaman o kadar hızla ilerliyor ki, insan bunu ancak bir bebeği büyütürken gerçek anlamı ile kavrıyor. Hatta büyük bir şaşkınlık da ona eşlik ederek öğretiyor, insana belki de bu en basit gerçeği. Çünkü daha dün minnacık olan oğlum, hastanede kucağıma ilk verdikleri anı biraz önceymiş gibi hatırladığım oğlum; minicik patikler, ufacık eldivenler giyen oğlum; 14 gün sonra tam 2 (hatta yazıyla da iki) yaşına basıyor ve ben buna inanamıyorum. Gerçekten bu kadar mı hızlı akar zaman?..

Onun büyüyüşünü izledikçe bazen diyorum ki içimden, şu zamanı dondurayım ve oğlum hep böyle sevimli, hep böyle minik bir melek olarak kalsın. Mümkün mü bu acaba?.. Sanırım bu duygumu sadece anneler anlayabilir öyle değil mi ?

Tabii bu iki yıl hiç de kolay geçmedi benim için. Elbette ki anne olduğum için çok ama çok mutluyum, hatta bunu hayattaki hiç bir duyguyla değişmem ama, herşey filmlerde gösterildiği ya da kitaplarda yazıldığı kadar "kolay ve mutluluk dolu" olmuyor ne yazık ki. Yani bir çocuk hiiiç de kolay büyümüyor(muş)! Ama insan hamileyken hormonların etkisiyle midir nedir çok da romantik oluyor, en azından ben öyleydim. Hastaneden çıkıp mutluluk içinde evimizin yolunu tutacağımızı, sonraki günlerin de saadet dolu geçeceğinden emindim. Tamam zorluklar olacaktı biraz. Haa mesela uyku uyuyamayacağımı söylüyorlardı eskisi gibi, ama o kadar olurdu. Bunları idare ederdim. Hatta oğlumu anneanne ya da babaanne desteği olmadan kendim büyüteceğim için de ayrıca mutluydum. Bu zorluklar hiç de gözümde büyümüyordu. Ne olabilirdi ki ?

Sezeryan sonrası eve döndüğümüzde manzara şuydu: Gözündeki yaşlar dinmeyen, ameliyat ağrılarını bile hissetmeden oğlunu emzirmeye çabalayan bir anne; bir türlü memeyi ağzına almayan, alsa bile emmeyen bir bebek; ne yapacağını şaşırmış hangimizle ilgileneceğini bilemeyen bir baba...

Eh ! Hal böyle olunca huzur dolu aile tablosu bir anda püff diye dağılıp gidiveriyor. Çünkü önceliğiniz bebeğin bir an önce anne sütünü almasını sağlamak oluyor. Mutlu ve huzurlu aile filan olmak artık umurunuzda bile değil. Hatta ona kavuşmanızın tadını bile çıkaramıyorsunuz. Yeni annelerin ilk acemi tutuşlarıyla bebeğinizi emzirmeye çalışıyorsunuz, ama o emmiyor işte... Bebeğin aç kaldığı söylentileri yükseliyor, acilen mama almalı. Ama ya hiç anne sütü almazsa, hep mamayla büyümek zorunda kalırsa. Ufff nasıl olacak bu iş ? Ben de mi sorun gerçekten ?

İşte bu endişeler ve üzüntüler arasında her seferinde ağlaya ağlaya iki saatte bir seni emzirmeye çalışırken, dördüncü gün geldiğinde artık seni pompayla sağdığım sütle beslemeye ikna oluyorken, nasıl oldu bilmiyorum ama birden sen emmeye başladın işte! Acaba buna en azından benim için mucize diyebilir miyim? İşte mutluluk bu olmalı, hatta ben oturup hemen resmini çizebilirim!

Ben tam da mutluluğun resmini yapmaya soyunmuşken, sen sarılık olup tabloyu şöyle bir güzel dağıttın. Daha bir haftalıkken, bir kaç saat içerisinde iki hastanede (biri acilde olmak üzere) üç ayrı doktor tarafından muayene edildin. Annenin ve babanın yüreğini ağzına getirdin, ama doktorların "bu gece mutlaka sürekli anne sütü alması lazım" sözlerini sen de işittin herhalde ve hastanede başlamak üzere sabaha kadar emdin de emdin. Sabah yeniden muayeneye gittiğinde ohh dedik ama, sarılığın vücudunu terk etmesi tam iki ayımızı aldı.

Ve o günden sonra bir daha da çok ciddi hastalanmadın çok şükür. Amaaa bu demek değil ki biz yine normal hayatımıza dönelim. Elbette ki dönemedik. Bu kez de gaz sorunumuz başladı. Hem de ne başlama? Durup dinlenmek bilmeksizin, her tonda ağlıyordun da ağlıyordun. Mevcut tedavi yöntemlerinin hepsini denedim azimli ve tabii çaresiz bir anne olarak: masaj, karına sıcak havlu, topuklara acı elma yağı, doktorun da önerdiği iki ayrı bitkisel damla... Yok yok yok! Gece gündüz ağlamaktan perişan oluyordun. Tabii senle beraber biz de! Uyku desen sadece benim kucağımda... Sanki üzerinde uyarıcı bir mekanizma vardı ve sen yatağına yatırdığım ilk beş dakika içerisinde acı bir viyaklamayla uyanıyordun her sefer ve her seferinde. Hatta o kadar ki yanımda birileri olmayınca tuvalete bile gidemez hale gelmiştim. Sen benim kucağımda uyuyordun da benim nasıl uyuduğum ya da uyuyamadığım umurunda değildi. Zavallı baban ben birazcık uyuyayım diye sabaha karşı seni kucağımdan alıyor, sonra yarım yamalak bir uykuyla işe gidiyordu.

Sonuç; doktorların üç ayda geçiyor dediği gaz, sen de neredeyse altıncı ayda geçti, o günlerden bugünlere miras olarak da senin yatağında yatamama, sadece anneyle ve annenin kucağında uyuma halin ve bir de benim bazı bilim dallarına sarsılan inancım kaldı. (Sarsıldı çünkü her psikolog istenmeyen çocuklarda, stresli hamileliklerde, anne ve baba arasında sorun yaşanan hallerde bebeklerin bu kadar gazlı olduğunu söylüyor. Oysa ki ben hayatımın en güzel günlerini sana hamileyken geçirdim. Sürekli klasik müzik dinledim, sana da dinlettim. Sen doğduktan sonra da bir işe yarar umuduyla Baby Mozart'ı sürekli açtım. Ve babanla dünyaya gelmeni iple çektik, aramızda gerginlik bir yana sen bizi birbirimize bir kez daha bağladın. Ama sonuçta sen yine de bir tür piknik tüp olarak doğdun işte! Ne diyelim istisna mı?)

Ama sanma ki bu kadar yorgunluk ve uykusuzluk bana mutsuzluk getirdi. Kesinlikle hayır! Ne kadar yorgun olursam olayım, her gün her gece seni dünyaya getirdiğim için Allah'a şükrettim. En bitkin ve tükenmiş hallerimde bile varlığın, o güzel yüzün benim için hep mutluluk kaynağı oldu. Bundan sonra da öyle olacağını biliyorum.

Şimdi iki yaşına giriyorsun, yani iki yıldır hayatımızdasın. Sanırım bu iki yıl tüm zorluklarına rağmen hayatımın en güzel iki yılıydı. Hele de sen anne demeye başladıktan sonra... Hamileliğimin son günlerinde baban senin için oluşturduğumuz günlüğe şöyle yazmıştı; "Bazen canımı sıkan şeyler oluyor gün içinde, fakat o zaman kendi kendime, 'Bahar gelecek, oğlum gelecek' diyorum ve sıkıntım geçiyor." Sanırım varlığın bize en güzel baharı getirdi oğlum... İyi ki varsın, iyi ki benim oğlumsun! Seni seviyorum!