23 Eylül 2008 Salı

Babaanne Sofrası!

Biz döndük!
Ailecek kısa bir dede-babaanne ziyareti yapıp geri döndük. Elbette bu seyahat sırasında en çok eğlenen tabii ki Eren oldu. Çünkü hem dedesi hem de babaannesi Eren'i çok özlediklerinden onun bir dediğini iki etmediler. Tabii amcalar, yengeler, kuzenler ve halamız da öyle. Eh bu kadar ilgi-sevgi olunca Eren biraz(cık) şımarmış olarak geri döndü eve. Bir de babaannesinin o müthiş zahmetli ama bir o kadar da özel Malatya yemeklerinden tadarak...

Evet itiraf etmeliyim aslında, Eren biraz beslenme modelinin dışına çıkarak öğünlerini tamamladı ama, oğlumun senede bir kez böyle özel lezzetleri tatmasında da bir sakınca görmüyorum.



Menülerimizden biri Malatya'da "Analı-kızlı" olarak adlandırılan içli köfteydi. Bu içli köfte Gaziantep yöresindeki gibi kuru değil, sulu olarak servis edilen içli köfte. Büyük ve içinde kıyma bulunan köfteler "ana"; sadece bulgurun yoğurulup, minik toplar haline getirilmesiyle oluşan köfteler de "kızlar"ı... Genelde bir kaç kişi bir araya gelip yaparmış bu zahmetli, ama Malatyalılar'ın neredeyse geleneksel yemeği haline gelmiş olan içli köfteyi.

Sıradaki yemeğimiz ise en az "analı-kızlı" kadar zahmetli olan Kaburga Dolması. Adı üzerinde kuzu kaburgasının içine iç pilavı hazırlanıp konuyor ve hafifçe dikilip saatlerce büyük bir tencerenin içinde pişiriliyor. Suyuna patates gibi sebzeler atılıyor.

Evet bir de yaprak köftesi var... Ben ilk yediğimde çok beğenmekle birlikte nasıl yapıldığını duyunca pek şaşırmıştım. Allahım o ne uğraştırıcı bir yemek öyle... Minik minik kiraz yapraklarına, yarmanın (Malatya'da neredeyse un kıvamında öğütülmüş bulgura yarma deniyor) sarılmasıyla oluşuyor. Yarmayı sadece biraz suyla kıvama getirip yoğuruyorsun ve başlıyorsun sarmaya... Tabii saatlerce... Ama Malatyalılar buldukları her yaprağa birşeyler sarmayı ve böylece kendi deyişleriyle "köfte" yapmayı pek seviyorlar. Sadece kiraz değil, fasulye yaprakları gibi pek çok şeyin yaprağı ile yapıyorlar bu yemeği. Sarma işi bitince yemeğin işi bitti mi sanıyorsunuz? Ha ha ha... Hayır bu kez de yoğurdu özleyip onun içinde pişiriyorsunuz yaprak köftesini. Ayrı bir kapta karamelize edilen soğanı da üzerine üzerine döktükten sonra hazır oluyor yemeğiniz. Sadece sıcak değil soğuk da gayet güzel oluyor ki ben pek bir seviyorum.

Vee lahana sarması... Pardon lahana köftesi... Tabii ki bulgurdan, tabii ki etli... (Bildiğiniz gibi bu bölgede pek zeytinyağlı mutfağı görülmüyor) Lahana köftesinin piştiği su da kemikli etli... O olmayınca bu lezzetin pek yakalanmadığı söyleniyor ki muhtemelen doğru...

İşte böylesine yorucu bir mutfak Malatya mutfağı... Hani bu yemekleri yaptıktan sonra başka birşey yapmaya halin kalır mı bilmem. En azından benim pek kalmaz. O yüzden döndük biz yine zeytinyağlı, sebzeli soframıza... Ama o yemeklerin de tadı damağımızda kaldı. Eh arada böyle kaçamaklar da olacak öyle değil mi?

Eren oradayken pek demedi ama ben buradan onun yerine söylüyorum: "Teşekkürler babaannesi, seni biraz yorduk ama ellerine sağlık..."

8 Eylül 2008 Pazartesi

Taze Barbunya ve düşündürdükleri


Bu yaz bizim eve, daha önce hiç adım atmamış taze barbunya bol bol girdi. Ne de iyi oldu! Meğer bunca yıl ben neler kaçırmışım. Hiç sevmem ben kuru barbunyayı... Hani kazara önüme çıkarsa bir yerlerde hiç yemem. Daha doğrusu artık yemezdim demem lazım. Çünkü bu yaz tazesi, bendeki tüm barbunya önyargılarını yıktı. Her hafta pazarda taze barbunya arar oldum. Artık kışın da bol bol yemeli... Şöyle patatesli, havuçlu... Tabii Eren de sevdi zeytinyağlı taze barbunyayı. Hele de pilavın üzerinde oldu mu bir güzel yiyor.
Bugün de barbunya günüydü, Eren resim defterini karalarken ben de barbunya ayıklamaya başlamıştım. Bir baktım bizimkisi hemen yanıma geldi pıtır pıtır. "Ne yapıyorsun anne" dedi klasik sorusuyla. "Barbunya ayıklıyorum oğlum" dedim. "Ben de yapıcam" dedi ve başladı barbunya ayıklamaya. İlk önce bir iki yapar sıkılır diye düşündüm. Ama yoook! Tam bir kilo barbunyadan sonuncusu kalana dek ayıkladı. Hem de öyle güzel yaptı ki bayıldım valla. Uzun uzun onu seyrettim. Ve nedense bugün dizimin dibinde barbunya ayıklayan çocuğun, yarın kimbilir nerelerde neler yapacağını düşününüp hüzünlendim. Bugünlerin tadını daha çok çıkarmak gerektiğine bir kez daha inandım. E zaten çocuk da ömrü boyunca hep benimle barbunya ayıklamayacak öyle değil mi :))

5 Eylül 2008 Cuma

TBMM ziyareti




Kavurucu Ağustos'tan sonra biraz serinleyeceğimiz bir Eylül'e girdiğimizi umut etmek istiyorum ama sanırım bir süre daha olmayacak gibi görünüyor. Bu küresel ısınma artık artık küresel bir kavrulma düzeyine geldi! Öyle ki sabah ve akşam saatleri dışında dışarı adım atmaya korkar hale geldik.

Ama böylesi sıcak bir günde kırk kez düşündükten sonra gözümüzü kararttık ve öğle sıcağında dışarı çıktık Eren'le. Babasını ziyaret etmek için Meclis'e gittik. TBMM tatil olduğu için gayet sakindi ortalık. Tam da Eren'e göre!
O da bir güzel basın koridorunda dolaştı, basın toplantısı salonuna baktı, polis amcalarla tanıştı ve bahçede bol bol koşup eğlendi. Çocuklar için böyle farklı mekanlara ziyaretler ne de eğlenceli oluyor... Tabii o eğlenirken siz de mutlu oluyorsunuz!